(Translated by https://www.hiragana.jp/)
İslâmda Bilimin Yükselişi ve Çöküşü 2. Bölüm – Avrasya Bir Vakfı
The Wayback Machine - https://web.archive.org/web/20190829003919/http://www.avrasyabir.org/islamda-bilimin-yukselisi-ve-cokusu-2-bolum/
Osmanlı’nın Arka Bahçesi
28 Mayıs 2019
Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilâtı
28 Mayıs 2019

İslâmda Bilimin Yükselişi ve Çöküşü 2. Bölüm

İSLAMDA İLERİCİLİK-GERİCİLİK:263.
Müslümanlar 800 ve 1200’lü yıllar arasında 400 yılı aşan bir süre boyunca yer yüzünde bilimsel-düşünsel ilerlemenin öncüsü olmuşlardır.
Server Tanilli: Bütün dinler gericidir
Server Tanilli İslam Çağımıza Yanıt Verebilir mi? Adlı kitabında, önce tüm dinleri gerici olarak niteleyip şöyle diyor:
(…)Bütün dinler gericidir. Çünkü ölümden sonra öte dünyada ödüllendirilme adına, uysallığı, böylece gerçekten adil ve insani bir düzen kurulmasının önüne geçer, sonunda sömürü düzeninin sürmesini sağlar, giderek payandalar onu. Marx: “Din halkın afyonudur” derken bunu kast ediyordu.(…)Bütün dinler bir yerde gericidirler. İlerleme düşmanıdırlar….(..) dinin gerici rolü, bilime, yani dünyanın bilimsel anlayışına düşman olmasıdır. Bilim ve din birbirine zıt şeylerdir, uzlaşmazlar(..) Bilimle din uzlaşmaz; felsefeyle de uzlaşmaz din. S.265 C.Öz. Bakınız S. Tanilli İslam Çağımıza Yanıt Verebilir mi? Say yayınları 1.Basım Nisan 1991. S.15.16.17.
Aynı Server Tanilli kitabın başka yerlerinde de İslâm için olumlu görüşler belirtiyor.
(..) İslam Uygarlığı, dev boyutlarda bilimsel başarıdır.
..Müslümanların en çok yenilik yaptıkları alan bilim alanıdır…. Sürekli bir felsefe oldu İslam dünyasında. Bu felsefe akılcı eğilimlerini eski Yunan’a ve İslâm’ın bilim için duyduğu zevke borçluydu. Bütün İslâm filozofları bugün de bilim adamı diyebileceğimiz kimselerdi. (…) Müslüman cebirciler…, matematikçiler, coğrafyacılar övülmeli. Gökbilimciler, optik kimya ve eczacılıkta onlara verebileceğimiz tam nottur. Tıpları eşsizdir. Server Tanilli a..g.e. 111-116
Tanilli’den İslâm’a övgü:
Tanilli İslâm’ın altın çağı olarak nitelendirdiği döneme ilişkin övgüler Müslümanların göğsünü kabartacak niteliktedir:
(..) İslam 8.yy.’dan başlayarak yükselişe geçer. 12.Yy.’da da doruğundadır. 13.yy.dan başlayarak bir geri çekiliş içindedir. Aslında 13. yy.’da liderliği yitirmiştir; en korkunç kaybı 18. yy.’dadır. (..) Halife ünlü Harun Reşidin oğlu Me’mun (813-833) yığınla yabancı, özellikle Yunanca eserleri Arapça’ya çevirtecektir.(…) Kurtuba’da Halife el Hakem 2 (961-976) söylendiğine göre içinde 400 bin el yazması bulunan bir kütüphaneye sahipti. 266 Aynı dönemde 5.Charles döneminde yalnızca 900 el yazması bulunuyordu. 4-5 yüz yıl boyunca İslâm bütün bir eski dünyanın en parlak uygarlığı oldu. Bu altın Çağ, kabaca Me’mun’un (813-833) halifeliğinden, büyük İslâm filozoflarının sonuncusu İbnî Rüşt’ün 1198’de Merakeş’te ölümüne kadar sürer. Halife Me’mun’un Bağdat’ta hem bir kütüphane, hem bir çeviri merkezi, hem de bir gözlem evi olan -Bilim Evi- anlamında “Dar’ül Hikme’nin kurucusu olduğunu hatırlatmış olalım. Abbasi Halifeleri bir yüzyıla yakın bir süre boyunca, kesintisiz, Nesturi Hristiyanların gerçekleştirdikleri dev bir çevirir etkinliği sayesinde, eski Yunan bilim ve felsefesinin Müslüman dünyasında yayılmasını desteklediler. Gerçekten “bir örnek” tir bu uygarlık. Hıristiyan ortaçağında, kilisenin doğmalarına karşı en ufak bir şüpheyi dile getiren bilginler aforoz edilmekle kalmayıp canlı anlı yakılmak için odun yığınlarına çıkarılma tehlikesiyle karşı karşıya idiler. Aynı dönemde Halife Me’mun Bizans imparatoruna, düşünür Leo’yu kendilerine bir şeyler öğretebilmesi için bir süre yanlarına göndermesini rica etmiş, karşılık olarak 50 kilo altın ve süresiz barış önermişti.
İki örnek daha;
10.yy.başlarında Horasan Naibi olan bir vezir, Müslüman, ya da Müslüman olmayan her ülkeye heyet yollayarak saray ve devlet dairelerindeki örf ve adetler için bilgi ister; sonra da onları ciddi ciddi gözden geçirip içlerinden en iyileri diye hükmettiklerini Buhara Sarayı ve yönetimi için uygulanmasını emreder. C.öz.266
Kurtuba Halifesi 2.Hakem:
İran’da, Suriye’de ya da bir başka yerde kaleme alınan bir eseri, daha çıkar çıkmaz satın aldırtır. Abu’l Farec el İsfahanî’ye ünlü antolojisinin ilk nüshasını elde etmek için tutar halis altından bin dinar yollar.
Müslümanların o altın çağda en çok yenilik yaptıkları alan, bilim alanıdır. Her şey bir yana, trigonometri ile cebiri hatırlatmak yeter. Trigonometri’de tanjant’ı bulurlar. Muhammed İbni Musa, 820 yılında, ikinci derece denklemlere kadar varan bir cebir kitabı yayınlar. Kitap 16. yy.’ da Latince’ye çevrilir. Batı’nın ilk başvuru eseri olur. 267
Dünyanın enlem ve boylamlarını ölçmede elde ettikleri sonuç pek olumludur. Ptolemus’un göze batan yanlışlarını düzletmişlerdir. Optikte, Kimya’da, alkolün damıtılması, iksirler, sülfürik asit, eczacılıkta onlara verilmesi gereken tam nottur. Batı’nın kullanacağı ilaçların yarısından fazlası İslâm dünyasından gelecektir. Sinameki, ışgın, demirhindi, kusturucu ceviz, kımız böceği, kafur, şuruplar, yakı, merhemler, damıtılmış su. 70 yıl kadar önce anlaşıldı ki kanın küçük dolaşımını Michel Servet’ten 300 yıl önce Araplar bulmuşlardır. El Kindî, el Farabî, İbni Sînâ, el-Gazzalî, ve İbni Rüşt gibi büyük filozoflar yetiştirdiler. Hele İbn Rüşt Avrupa’da yaptığı yankılar bakımından en önemlisidir. İslam dünyasında düşünsel bir alış veriş ve yarış vardır. 267
İslâm dünyasında sürekli bir felsefe oldu. Bu felsefe akılcı eğilimlerini eski Yunan’a, İslâm’ın bilim için duyduğu zevke borçlu. İbni Sînâ “Kanun” adlı Tıp ansiklopedisi yazdı. İslâm tıbbi Avrupa’da Moliere’in hekimlerine kadar yüzyıllarca bilimin son sözü olacaktır. Server Tanilli a.g.e 101-114 Bu sözler “dinler gericidir, tüm dinler bilime de felsefeye de düşmandır” diyen Server Tanilli’nindir.
Bu parlak ilerlemeleri gerçekleştiren İslâm yönetimlerinin birdenbire durup gerilemeye, düşüşe geçtiği acı bir gerçektir.
İşte bir Avrupalının tespitleri:
Avrupa ve Amerika bilim ve düşünce alanında öncü konuma yükselmelerini 900-1200 yılları arasında Müslümanlardan öğrendiklerine borçludur. 13.yy.’da Paris ve Venedik dışında hiçbir şehir yüz binden fazla değildi. Bağdat, Şam, Antakya, İskenderiye, Kurtuba nüfusları yüzbinlerle dile getiriliyor. Kimilerinin nüfusu ise yarım milyonu buluyordu. Harunürreşit’in 380 milyon franklık bir geliri vardı. 1300’lerde Cengiz’in yerine geçen İran hanı yılda 700 milyonu kasasına koyuyordu. 10.yy.da Kurtuba’daki Halife yılda 8 milyon altın para topluyor, hazinesindeki servet ise 250 milyonu geçiyordu. Fransa Kralı’nın 15.yy.ortalarında 1 milyon 800 bin lira, yani 12 milyon Frank olan varidatını Harunürreşit’in ondan beş yüzyıl önceki (380 milyon frank) varlığıyla karşılaştırınız. Harunürreşit’in karısı Mekke’de yapılacak bir su kanalı için kendi kesesinden 23 milyon veriyor. Şarlkent (1500-1558) 900 ciltlik kütüphanesiyle övünülür, oysa daha 400 yıl önce İspanya’daki Halifenin kütüphanesinde 400 bin kitap vardı. S.270
Müslüman bilginler, matematik, cebir, trigonometri, astronomi, optik, kimya, tıp, cerrahi, eczacılık alanlarında Yunan öncülerinin alanlarını inanılmaz biçimde genişletti ve derinleştirdi. 277
Hıristiyan Avrupa kalkınma çabaları içindeyken, düşmanları olan Müslümanlara karşı kör bir kinin tutsağı olmadı. Tersine, Müslümanların üstünlüğüne saygı duyarak onlarla siyasi ve ticari ilişkilere girdi, düşünsel alışverişte bulundu. Hıristiyan Avrupa gözünde Müslüman Araplar hem düşman, hem örnek, öğretmen, öğretici idi. 2.Silvester olarak Papalık tahtına çıkan Gerbert d’Aurillac, İspanya’da Arap bilginlerin gözetiminde üç yıl öğrenim gördü. Almanya, İtalya ve Fransa’daki rahip adaylarının İspanya’daki Müslüman okullarına akın etmesi Pierre Le Venerable’i kaygılandırdı. 271 Hıristiyan prens ve soyluları, hasta olduklarında tedavi için Kurtubalı Müslüman doktorlara gidiyordu. Batı Ortaçağı Bizans’ın değil Müslümanların öğrencisiydi. Avrupa geleceğinin verimli tohumlarını Bizans’tan değil, Müslümanlardan aldı. !”:yy. başlarında Toledo başpiskoposu bir çeviri heyeti oluşturarak Müslüman bilim ve düşünce ustalarının olduğu kadar, Eski Yunan yazmalarının Arap katkılı Arapça metinlerini Latince’ye çevirtti. S. 275 Arap parası Dinar, uzun süre Avrupa’nın başlıca parasıydı. s.277
Hıristiyan Avrupa’nın Müslüman hayranlığı:
757-796 yılları arasında Papa Adrian tarafından Mercia’nın Anglo Sakson kralı yapılan Offa, Halife Mansur’un bastırdığı Dinarları benzerini bastırdı. Paranın ortasına Latince Rex Off” (kral Offa) çevresine de Arap harfleriyle Muhammed’ün Rasulullah” (Muhammed Allah’ın elçisidir) sözlerini , paranın diğer yüzüne de “Lâ ilahe illallahü vahdehü lâ şerikele” (Allahtan başka tapacak yoktur, o tektir, onun eşi benzeri dengi ortağı yoktur) yazdırdı. Sözlerini yazdırdı. (790’larda basılan bu para Cabridge’deki Fitzwilliam müzesindedir) Paranın fotoğrafı s. 279 da.
Şövalyeler Müslüman miğferlerini ve zırhların giydi. Şam’a ve Toledo’da Müslümanlarca yapılan kılıçları kuşandılar. Ayin sırasında rahiplerin giydikleri kaftanların üzerinde işlemeli ayetler görülmeye başlandı. Kadınlar Müslüman modasını takip ederek Arap gömleği, Arap eteği giyip İran tacı ve Suriye başlıklarıyla süslendiler. Doğu kokuları sürdüler, Trablus krep, muslin ve tülü, Şam canfesi ve atlası onlara yeni güzellikler getirdi.
Büyük sonuçlar doğuran iki bilim, matematik ve kimyayı Avrupa’ya Müslümanlar öğretti. Barutu,. Topu, en iyi cçelik üretimini, pusulayı, pamuktan kâğıt yapımınıve matbaacılığı öğretenler Müslümanlardır. Asya bölece Avrupa’yı kendisine karşı silahlandırdı, yazgının kendisine karşı dönüşünü kendi elleriyle hazırladı; ama bunun sonuçlarını anlayabilmesi için aradan yüzyıllar gemesi gerekti. Bakınız Fernand Grenard “Asya’nın Yükselişi ve Düşüşü”M.B. yayını. 1.Basım İst.1992 S.31-35.
Bilim tarihinin kurucusu denilen George Sarton M.Ö: 330-275 yılları arasında İskenderiye’de yaşayan, matematiğin ve geometrinin babası Öklit hakkında “Müslüman şerhçiler Öklid’i açıklayana kadar batılılar onu anlamamışlardır:” demektedir. Öklid’in incelenmesi El Kindi ve cebirin kurucusu-babası El Harizmi ile başladı. Öklid’in elementler kitabı Arapçaya ilk defa İbni Yusuf tarafından çevrildi. C.Özakıncı s.281 de El Kindi, el Harizmi ve Öklid resimleri var. El Kindi ve El Harezmi, kendilerinden bin yıl önce yaşamış Öklid’in buluşlarını unutulmaktan korumuş, bunlar üzerinde çalışarak geliştirmişlerdir. El Harezmi’nin buluşlarını yazdığı “Kitabü’l muhtasar Fi’ Cebr ve’l Mukabele” adlı kitabında ortaya koymuş olduğu ve onun bulmuş olduğu yöntem tüm dünyada 600 yılı aşkın süreyle kullanılmıştır. Batılıların algoritma, algorizm gibi adlar “el Harezmi” adının Latince söylenişinden başka bir şey değildir. Harezmi’nin cebir buluşları olmasaydı insanlık bu gün belki aya gitmiş olmayacak pek çok bilimsel buluş da yapılamayacaktı. Batılılar, 600 yıl boyunca cebir alanında her söze “El Harezmi der ki…” diye başlamışlardır. C.ÖZAKINCI S.283.284
(Öklid, Bütün parçadan büyüktür. Bütün dik açıların birbirine eşit olduğu doğrudur. Bir şeye eşit olan başka şeyler de birbirine eşitti. Gibi tespitler yapmıştır.)
Batılılar, biraz kasıtla biraz da Türk bilginlerin Arapça yazmış olmalarından dolayı Türklere ait düşünce ve buluşları Araplarınmış gibi gösterirler.
İslam dininin sırf Araplardan oluştuğu yıllarda tek bir bilimsel başarı yok. Türklerle Farsların İslâm’a dahil olmaları ve Arapların başka toplumlarla, ülkelerle, uygarlıklarla tanışmasından sonra bilimsel gelişmeler görülmeye başlanır. 17.yy.’da Protestan din adamları, üyelerinden çocuklarını Katolik liselerine yollamamalarını, Katolik hocalardan ders aldırmamalarını isterlerken Halife Harun Reşid, Hıristiyan Nasturi mezhebinin başı olan kimseyi imparatorluğunun eğitim kurumlarını başına getirmiş, kendi öz çocuklarını da onun eğitimine vermişti. C.ö.286
İskenderiye Aeropeum Kütüphanesi M.S. 391 yılında (Hz. Muhammed’den 250 yıl önce) Piskopos Theophilus’un önderliğindeki Hıristiyan fanatizminin kurbanı olmuş ve bütün gökbilim, fizik, matematik kitapları Hıristiyanlarca yok edilmiştir. Bazı Avrupalı yazarlar bunu bile çarpıtarak Halife Hz. Ömer’in İskenderiye’yi ele geçirmesinden sonra yakıldığını yazabilmektedirler.
BİLİME DESTEK:
Halifeler bilimsel çaba ve çalışmaları destekleyebilmek için birbirleriyle adeta yarışa girmişlerdi. Eski Mısırca, Hintçe, Farsça ve Yunanca birlerce yazılı eserir Arapçaya çevrilmesini teşvik edip desteklemişlerdir. İslam ülkelerinde halka açık büyük kütüphaneler kuruldu. Su kütüphaneler bilim adamı yetiştiren okullar ile bir bütün oluşturmakta idi. Öğrenme ateşiyle yanıp tutuşanlara büyük destek sunuldu. Halifeler, önde gelen ünlüler, zengin siviller bu tür yardımları gerçekleştirebilmek için birbirleriyle rekabet ediyorlardı. Büyük vasiyetnameler bu türlü yardımlara destek sağlıyor, ayrıca fonlar kuruluyordu. (BUNDAN MAKALE YAP)
Bağdat yolu üzerindeki gözlem evinde güneşin yörüngesi hesaplanmıştı.. Son derece büyütülmüş büyüteç ve teleskoplara sahip olan Müslümanlar, güneşin lekelerini daha o zaman fark etmişlerdi. El Zarkal, ayın yörüngesinin güneşe en uzak noktasına ilişkin bir dizi gözlemde bulundu ve 49,5 ile 50.5 arasında hesapladı. Yeni hesaplamalara göre bu değer 50.1’dir.
Büyük Halife Harun Reşid, Alman İmparatoru Büyük karl’a mekanik aksamı ve işlenişi bir sanat harikası olan çok değerli bir su saati hediye etmişti.
Kur’an bilimsel deneye izin veriyor:
Yahudilerin dinimize aykırıdır diye ölülere otopsi yapılmasına izin vermedikleri bilinir. Kilise’nin ölülere otopsi yapılmasına yakın zamana kadar “Ölüler kesilip biçilirse öteki dünyada dirilemezler ya da sakat dirilirler, bu tanrının buyruğuna aykırıdır” gerekçesiyle Yasakladığını biliyoruz. Müslümanlıkta ise, kişi paramparça olup toza dönüşse bile öbür dünyada sapasağlam dirileceğini bildiren İsra Suresi’nin 49,50,51. Ayetleri gibi pek çok hükümler vardır. Bu gibi ayetler Müslüman bilginlerin ölü gövdeler üzerinde deney çalışmaları yapmasına imkan vermiştir. S.293.
İbni Sina’nın Kanun Fit Tıbb kitabı “Bismillahirmanirrahim” ile başlar. (Gazalî ise bu Müslüman bilgini “kâfir” olarak damgalamıştır.) Bu kitapta insan vücudu tek tek incelenir. Mansur İbni İlyas’ın otopsi kitabı Kanun Fit Tıbb’ın genişletilmiş şeklidir. 298 fotoğraf..
İslam Tıbbının Kur’an’da otopsi yasağı olmaması sebebiyle gelişmesi, üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. İslam bilginlerinin Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta olduğu gibi otopsi yasağıyla karşılaşmamaları sonucu insan vücudu en ince ayrıntılarına kadar incelenebilmiş ve böylelikle pek çok hastalığın kökeni bulunmuş, iyileştirme yolları geliştirilmiştir. Gözün yapısının otopsiyle çözümlenmesi Müslüman bilginleri optik biliminin de kurucusu yapmıştır. 300
İslam’da bilimin yükselişinde Eski Yunan Yakındoğu bilgelerinin eserlerinin çevrilmesi yanında Kuran’ın bilimsel araştırma ve incelemelere özendirici ayetlerinin de önemi ve etkisi vardır.
Ankebut 20. De ki, yer yüzünde gezip dolaşın, Tanrı’nın nasıl yaratmaya başladığını görün. Tanrı, nesnelerin yaratılışlarının nasıllığının inceleme, araştırma, bulgulama konusu edilmesini buyurmaktadır. Buna bilimsel amaçlı çalışmalar yapın buyruğu denebilir. Bu yapılmazsa dinsel buyruklardan biri yerine getirilmemiş olur. Bu buyruğu doğru anlayan Müslümanlar, nesnelerin atomlardan oluştuğunu kavramış ve böylece felsefede “İslâm Atomculuğu” denilen bir düşünce akımı oluşturmuştur. Bunu da bir Türk’ün anlayabilmesi gerekir. Tanrını buyruklarını Arapça olarak anlamaksızın koyun kaval dinler gibi dinlemek, söyleyeni anlayamamamın bir sonucu olarak, bu buyruğu da uygulamamak, Tanrını ödüllendireceği bir davranış değildir. Kur’an’ı Arapçasından anlamayarak okuyup, anlamayarak dinleyenler bunu bir ibadet sayıp Tanrı’nın bundan dolayı kendilerini ödüllendireceğini sanıyorlarsa……… 301…C.Özakıncı.
Tanrının öğretisi yalnızca “namaz, oruç, zekat, hoc” gibi ibadetlerden oluşmaz. Kişiye bilim yapmayı, doğru düşünmeyi de buyurur. Bir Türk bunları anlayabilmek üzere Tanrının bütün Arapça buyruklarını kendi ana diline çevirerek, iyice tanımakla yükümlüdür. S.302 Cengiz Özakıncı Dünden Bu güne Türklerde Dil ve Din. Otopsi Yayınları 7.Basım s. 252-255
Müslüman bilgeler bilim, mantık, felsefe alanında büyük başarılar gösterdilerse Kur’an’ın hem bilimsel deneyleri hem doğru düşünmeyi öğütleyen buyruklar içermesidir. Kur’anda bu alanda kısıtlayıcı buyruklar bulunsaydı, İslam’da bilim ve düşünce insanlık tarihinde bir altın çağ oluşturacak düzeye ulaşmazdı. C.öz.302
Müslümanların felsefi araştırmaları sonucunda, akıl yürütmelerini serin kanlılıkla en uç noktalara kadar götüren akılcı felsefe okulları türedi. Bu rasyonalist (akılcı9 okullardan biri, kaderin önceden belirlenmiş olduğu ve kimi günahsız yaşayacağının gene Tanrıca belirleneceğini ileri süren öğretiye karşı çıkan Mutezilelerdir. Bunlar insan iradesinin özgürlğü (irade-i cüziyye) anlayışını getirmişlerdir. Onalar göre biricik belirleyic güç, insan aklı ve mantığıydı.
İslâmiyet ile Hıristiyanlık arasındaki önemli bir fark şudur: Müslümanlar hâkim oldukları millletlerin incelenmesinde kendilerine faydalı olacak eserleri özenle toplarlardı. Hıristiyanlar kendi dinsel öğretilerini yayarken benzeri kültür eserlerini ve anıtlarını iblisin işi ve dinsizliğin belirtisi sayıp, iyi bir Hıristiyan’ın bunları hemen yok etmesi gerektiğine inanarak yok etmekten geri kalmamışlardır. (Auguste Bebel Hz. Muhammed ve İslâm Kültürü. Çeviren Veysel Atayman, süreç y.1.Basım 1987 S.99-112)
Bilim üretirken bilim dilenir hale gelmekten utanmıyoruz.
İslâm Altın Çağı: Çeşitli soylardan gelen, bilginler, düşünürler ve yöneticilerin birlikte çabasıyla ortaya çıkmış bir olgudur. 400 yıl sürdü bu altın çağ. Görülüyor ki ne Yahudilerne Hıristiyanlar ilk yüz yıllarında Müslümanlarınki gibi bilimsel ilerlemeyi gerçekleştirememiştir. Başlangıç döneminden 150 yıl gibi bir süre sonra görkemli bir bilimsel başarıyı yalnızca Müslümanlar gerçekleştirebilmiştir. 308 c.öz.
ÖNEMLİ SORULAR:
Eski Yunan ve başka uygarlıkların eserleri Yahudilerce, Hıristiyanlarca kâfirlik, dinsizlik sayılıp yasaklandı. Müslümanlarca ise çevirtilip benimsenerek topluma yayıldı. Müslümanlar yer yüzünde ilericiliğin öncüsü, bilimin önderi olma konumlarını 12.yy.dan başlayarak kaybetmeleri ile Eski Yunan-Yakındoğu düşünürlerinin 12. yüzyılda Gazali tarafından kâfirlikle, dinsizlikle suçlanmalarının bir bağlantısı yok mudur?309
Niçin Yahudiler ve Hıristiyanlar Eski Yunanistan-Yakındoğu düşüncesini kâfirlik, dinsizlik diye yasakladıkları sürece hiçbir bilimsel başarı gösteremediler de, bunları Müslümanlardan edindikten sonra bilimsel-düşünsel başarılar göstermeye başladılar?
Yahudilerin, Hıristiyanların bilimsel-düşünsel başarılara yönelmelerinin 12.yüzyılda Eski Yunanistan-Yakındoğu düşünürleriyle barışmalarından sonra olması ile, Müslümanların düşünsel bir karanlığa batmalarının yine 12.yüzyılda eski Yunanistan-Yakındoğu düşünürlerini kâfir, dinsiz diye dışladıktan sonra olması, birbirinden bağımsız olgular mıdırri Bu sorular dinler ve bilim üzerine düşünen herkesin cevap bulması gereken sorulardır?
İlerleme yalnızca bilimsel düşünceyle özgür araştırmaların yapılabildiği, bir önceki kuşağın ürettiği bilgileri bir sonraki kuşağa özgürce aktarabildiği, yabancı toplumların bilgi ve deneyimlerinin çeviri yoluyla edinilebildiği, yeryüzünde o an için var olan en ileri bilimsel bilgilere ulaşılabildiği ortamlarda ve toplumlarda gerçekleşir. Ayrıca az önce gösterdiğimiz gibi, eğer Kur’an’da bilimsel araştırmayı ve doğru düşünmeyi buyuran ayetler olmasaydı, İslam’da bilimden söz edilemezdi. C,öz 310.
Eski Yunanistan-Yakındoğu düşünürleri eğer yaşadıkları dönemin Yunanlı olmayan toplumlarında biriken bilimsel bilgi ve deneyimlere: “Mısırlılar, Fenikeliler, Hititliler, bizim dinimizden değildir, onlar kâgirdir, dinsizdir; biz onların bilgisini alırsak kâfir oluruz, dinsizlik ederiz” diye sırt çevirmiş olsalardı, Eski Yunan düşünürleri dedikleri bir olgu hiç olmayacaktı. (Eski Yunan düşüncesi diyerek bu düşünsel üretimi bir ırka bağlamak akıldışı ırkçı bir Tutum olur. Doğrusu Eski Yunanistan’dır. Çünkü bu düşüncenin en büyüklerinden biri olan Aristo kara derilidir.C.özakıncı s.320) )
Aristo Büyük İskender’in öğretmeniydi ve İskender ordusuyla birlikte gittiği her ülkeden o ülkenin bilgi birikimini, kitaplarını toparlayıp Aristoteles’e iletmiştir. Aristo’nun öğrencisi olan İskender, yanında bulunan bilim adamlarına fethettiği ülkelerin coğrafi durumu, iklimi, hayvanları ve bitkilerine dair incelemeler yaptırmış, birçok bilimsel malzeme toplanmasını sağlayarak bilimin gelişmesine hizmet etmiştir.

İsa’dan sonra 632-790 İlk Müslümanların Bilim karşıtlığı:
İbni Haldun’un aktardığı Ömer Bin Hattab’ın halifeliği döneminde (634-644) yaşanan şu olay, ilk Müslümanların Kur’an’dan başka tüm kitapları yasakladıklarını, ortadan kaldırmaya giriştiklerini, insanlığın birikimine arkalarını döndüklerini göstermesi bakımından ilginçtir:
Müslümanlar İran’ı fethedip anlatılamayacak kadar fazla kitap ve bilimsel belgelerle karşılaştıklarında, Sa’d bin Abi Vakkas, Halife Ömer’den bunların ganimet olarak Müslümanlar arasında dağıtılması için izin istedi. Halife Ömer’in cevabı şu oldu: “Onları suya at, eğer bunların içinde doğru yönde bir rehberlik varsa, Tanrı bize daha iyi bir rehber (Kur’an) sağlamıştır. Eğer bunların muhtevası hatalıysa, Tanrı bunlardan bizi korumuştur.” Bak: İbni Haldun, Mukaddime” Onur yayınları 2. Cilt.S.570 Ayrıca: Pervez Hodbhoy İslam ve Bilim (Bağnazlığa karşı akılcılığın savaşımı) Cep Y. İst.1992. Çeviren Eser birey S.157
Eğer peygamberimizin “İlim Çin’de de olsa alınız” hadisi önceden kayda geçmiş ve Hz. Ömer bunu bilmiş olsaydı, yazmaların suya atılmasını emretmezdi. Kendisinden sonra Halife al-Hadi (785-786) kitapların yok edilmesi buyruğuyla yetinmeyip bilimleri kökten silip süpürmek ister gibi düşünürleri de topluca öldürtmüştür. Ernest Renan’ın “Müslümanlık ve Bilim” hakkındaki konuşmasında bu gibi olaylardan söz ederek Müslümanlığı gerici, bilim düşmanı göstermeye çalışması 1910’da Fransız basınında yayınlanınca Namık Kemal ve Cemaleddin Efgani Müslümanlığı savunmak üzere pek çok cevaplar verdiler. Namık Kemal’in cevabı Renan Müdafaanamesi adıyla yayınlandı.
700’lü yılların sonunda bilimle ilgili eserleri inceleyerek, eski Yakındoğu bilgelerini kendi dillerine çevirip üzerinde akıl yürütmeye başladıktan sonra bilimin yayıcısı, geliştiricisi, sürdürücüsü oldular. İslâm’ın altın çağını hazırladılar. C.Özakıncı 323
Peki Müslümanlardaki bu tutum değişikliği-yani bilime önem verme- nasıl oldu?
Sebebi ne olursa olsun, Müslümanlar, başlarda sakıncalı bulup yok etmeye çalıştıkları eski Yunan düşünürlerinin eserlerini 700’lü yılların sonlarına doğru sakıncalı bulmamaya başlamış, bu tarihten sonra doğrudan doğruya halifelerin buyruğuyla çevirtmişlerdir. 333 Doğru düşünmenin evrensel yasalarını öğreten mantık kitaplarının da Müslüman yönetimlerce topluma sunulması, bu düşüncelerin katkılarıyla, yorumlarla eleştirilerle genişletilmesinin yaklaşık 500 yıl boyunca sürmesi İslam altın çağının sebebidir. Bu zihniyet değişiminde mutezile adı verilen akla dayalı-bilimci akımın yönetime hakim olması etkili sebeptir.
Nesturiler; Müslümanlar gibi düşünüyorlardı. İsa’nın Tanrı ya da Tanrının oğlu olmayıp yalnızca Tanrının bir elçisi olduğunu, Meryem’in de Tanrısallık yüklenmemesi gereken inançlı bir kadın olduğunu benimsetmeye çalışmışlar ve Bizans tarafından sapkınlıkla suçlanarak sürgün edilmişlerdir. 334 Nesturiler Müslümanlığı seçmişlerdir.
Mutezile:
Emevilerin katı yönetimi sırasında iki akım var, biri, itiraz etmeyen, boyun eğen, katlanan sufilik-tasavvuf, diğeri akla dayalı, başkaldırıcı mutezile. Mutezile, Emevi’lerin baskısına karşı, ümmet imamını seçebildiği gibi onu azledebilir de, yönetimden uzaklaştırma yetkisi vardır görüşünü savunanlarca oluşturuldu. Bu akım kovuşturuluyor, ortadan kaldırılmaya çalışılıyordu. Abbasiler döneminde ise, çok sayıda taraftar toplayan, akla dayalı –bilimci Müslümanlık devletin resmi görüşü oldu. C. Özakıncı 337
“Abbasi Halifesi Me’mun döneminde İslam devletinin akla dayalı bilimciliği savunan Mutezile görüşünü 827 yılında benimsemesi bilimsel başarıları sağlayan başlangıç oldu. Mutezile inançla aklı bağdaştırıyordu. İmparatorluk asillerinin sarayları aracılığıyla İspanya ve Endülüs’e de yayıldı. Akılcılık doktrini cami ve medreselerde vaz edildi. Eğitilmişlerin ayırdedici özelliği oldu. Toplumun nüfuzlu ve entelektüelleri şehzadeler, saray mensupları, kadılar, profesörler, tüccarlar, doktorlar inanç doktrinleri olarak Mutezileyi benimsediler. 338 Mutezinin İslâmın dışında ya da karşısında değil, içinde gerçekleştirilen bir hareket olduğunu anlamak önemlidir.” (Bkz.Pervez Hoodbhoy.İslam ve Bilim:Bağnazlığa karşı Akılcılığın Savaşı Cep y.1.Basım 1992 Çev.eser birey. S.148/151) C.Özakıncı. s.39.
Ekmeleddin İhsanoğlu’nun 13.yy.da sona erdiğini yadsıdığı (inkar ettiği) İslâm’ın altın çağı böyle başladı. (E. İhsanoğlu Büyük cihaddan Frenk Fodulluğuna- iletişim Yayınları 1.Basım 1996- Altın çağın 17.yy.a kadar kesintisiz sürdüğü görüşündedir. Osmanlıdaki bilimin dinin çizdiği sınırlar içinde kaldığını iddia edenlerce kabul edilmemektedir. Altın çağdaki bilim dünyanın en ilerisi idi. Müslümanlar, başka toplumların bilginlerine de öğretmenlik ediyordu. Osmanlı medreselerine dünyanın en ileri eğitimini verdiği için gelen yabancılarla ilgili kayıtlar bulunmamaktadır. Oysa Endülüs İlam Medreseleri tahsile gelen Avrupalılarla doluydu r.b.)
Bir toplumun bilimsel-düşünsel gerilemesinde de o toplumun yönetiminin belirleyici etkisi olur. Neden bu altın çağ, akılcı-bilimci anlayış günümüze kadar sürmedi? Neden 1200’lü yıllarda Müslümanlar akla dayalı bilimci düşünceden uzaklaşıp adım adım gerileyerek birkaç yüz yıl sonra yer yüzünün ilim üreten değil, bilim dilenen toplumları arasına katıldılar?
İşte bu sorunun cevabını arayacağız…
11.yy’da Gazali ve İslâm’da akılcılığa karşı devrim:
Muteziye’ye karşı itirazlar zaman içinde yükseldi. Me’mun’dan sonra gelen kimi halifeler, Mutezile çizgisine karşı bir tutum sergileyerek mutezile karşıtlarını yatıştırma yolunu seçtiler. (İbni Kuteybe Hadis Müdafaası-s.48 Kayıhan Yayınları-İst.1989)
Halife Mütevekkil (847-861) Mutezile’ye karşı bir tutum takınmış, yüksek katmanlarda görev yapan Mutezile taraftarlarınca öldürülmüş, yerine oğlu Mustansır geçirilerek (861-862) yönetimde akla dayalı bilimci Mutezile çizgisi korunmuş ve bu tarihten sonra yönetimde Türk etkinliği doruğa çıkmıştır. Mutezile karşıtları 1100 yıllarına kadar yönetimden uzak tutulmuşlardır. Mutezile düşüncesine karşı ilk sarsıcı eleştiri Gazali’den gelmiş, halifelerin Mutezile çizgisinden uzaklaşmaları Gazaliyle başlamıştır.340
Gazali Mutezile çizgisinde bir eğitim-öğretim görmüştür. Başlangıçta, Mutezile doğrultusunda eserler veren, önemli görevlerde bulunmuş biridir. Mutezile çizgisine savaş açmadan önce yazdığı Makasıd el-Felasife (düşünürlerin Amaçları) adlı kitapta (1095) en küçük bir mutezile karşıtlığı, akıl, düşünce ve bilim düşmanlığı yoktur. Bu kitabında birkaç yıl sonra kâfir diye damgalayacağı İslâm düşünürlerini övmektedir.
Gazali daha sonra yazdığı Mi’yar el-ilim adlı kitabında (1099) Aristo’nun akıl yürütme prensiplerini benimseyen ve Aristo’yu öven ve öğreten biridir. Gazali kısa süre kâfir olarak suçlayacağı Aristo mantığı dışında başka yöntemler aranmasına karşı çıkar. Bu yönetimin biricik doğru olduğunu savunur. Gazali bu yıllarda bir bunalım geçirmiş, 11 yıl kabuğuna çekilerek akla dayalı bilimci görüşleri gözden geçirerek akla vurma yönteminin kişiyi dininden çıkartabileceği kanaatine varır. Dini, aklın denetimi altından çıkarıp aklı dinin denetimi altına sokmak üzere kitaplar yazar. Tehafütül Felasife-Filozofların tutarsızlığı…(Çeviren- Bekir Karlığa İst.1981)
Gazalinin akılcı Müslümanlığa karşı etkisi:
Gazali’den önceleri akılcılığın dini inançları olumsuz etkilediğine dair iddialar Mutezileye karşı olsa da akılcılığı iyi bilmediklerinden bunlar etkili olmadı. Düşünürlerin cevaplarıyla saldırılar boşa çıkarıldı. Gazali ise ömrünün büyük bölümünü akıl yürütmeye dair eserler vererek geçirdiği ve akılcılığı en ince ayrıntılarına kadar bildiği için eleştirileri oldukça sarsıcı olmuş, akıl ve bilim karşıtlarını teorik açıdan donatıp güçlendirmiştir. Akıl ve bilim döneği olan Gazali’nin kitabındaki iddiaları, bilimsel düşüncenin dine karşı bir tutum olduğuna inandırmayı başarmış, akla dayalı bilimsel düşünceyi dinsizlikle bir tutanların sayısını artırmıştır. 346 Süreç içinde bilimsel akıl yürütmenin adını dinsizliğe çıkararak onu Müslümanların gözünden düşürmüş, halifeler de, akla dayalı bilimci akıma karşı tavır almazlarsa topumdaki itibarlarını kaybedecekleri endişesiyle Gazali’nin paraleline girmişlerdir. Gazali’den iki kuşak sonra Müslüman toplumların bilimsel düşünce karşıtı akımlara sürüklenmesine sebep olmuştur. 346
Gazali, İslam aleminde akılcılıktan, bilimden uzaklaşmayı sağlayan fikirlerini Tehafüt el-Felasife (Filozofların Tutarsızlığı- Çeviren Bekir Sadak-Ahsen Y.1.Basım 2002) adlı eserinde şöyle ifade ediyor. .s.182
“Aristo’nun felsefesini aktarırken, hem bu filozofları hem de onların İslam filozofları arasındaki İbni Sîna ve Farabî gibi taraftarlarını imansızlar olarak addetmeliyiz. ….. Örneğin bir parça pamuğun ateşte yandığını ele alalım, inançsız akılcı düşünürler, pamuğu yakan şeyin ateş olduğunu savunacaklardır. Bunu inkar ediyor ve diyoruz ki: O pamuğu yakan ateş değil, pamuktaki siyahlığı ve kısımlara ayrılmasını sağlayan Allah’tır. Çünkü ateş, hiçbir eylemi olmayan, cansız bir şeydir, ayrıca ateşin yanmanın aracı olduğunu gösteren ne gibi bir kanıt vardır ki? …Gerçekte Allah’tan başka bir sebep yoktur, pamuğu yakan Allah’tır. Ayrıca Pervez Hodbhoy age. S.158-159
Gazali, bilimlerin, Allah’ın sebep olduğu işleri Allah’ın adını anmayıp başka doğal sebeplere bağlayarak Müslümanlara Allah’ı unutturduğunu savunuyor. Buna göre Güneş doğdu demek de yanlış. Allah güneşi doğdurdu. “Ağa çiçek açtı” demek dinsiz filozofların Allah’ı unutturmak için geliştirdikleri bir söylemdir. Dinden çıkmak istemiyorsak “Allah ağaca çiçek açtırdı” dememiz gerekir.
İslam aleminin bilimden, teknikten kopmasında en büyük sebebin müspet bilimlerden kopuşu yatmaktadır diye ısrarla belirtilir ki bu doğrudur. Bilimlerin babası matematiktir. Fiziktir, kimyadır. Biyolojidir. Ve bilimlerin en önemlisi matematikten Gazali sayesinde bakın nasıl kopmuşuz: Matematikten kaynaklanan iki sakınca vardır: Bir kere, matematikle ilgilenen herkes onun kesinliğine ve uygulamaların açıklığına hayranlık duymaktadır. Bu da sonuçta felsefecilere inanmasına ve onların bütün bilimlerinin, açıklık ve uygulama kesinliği bakımından buna benzediklerini düşünmesine yol açmaktadır.
Ayrıca dillere destan imansızlıklarına, Allah’ın özelliklerini inkar edişlerine ve vahiyle gelen hakikatleri hor görüşlerine ilişkin hikayeleri herkes de duymuştur; kişi salt onların yetkinliğini kabul etmekle imanından olur. Aynı şey, Öklid’in bilimleri ya da Ptolemus’un astronomi kitabı Almagest için olduğu kadar, aritmetik ve geometrinin incelikleri için de geçerlidir. Onlarda beyni keskinleştirerek ruhu güçlendirir ama bunlardan bir tek sebeple kaçınırız: Bunlar ulumul avail ( İslâm öncesi –antik bilimler) in öngörüleri arasındadır. Ve bu antik bilgiler, aritmetik ve geometri yanında, tehlikeli doktrinlerin kabulünü gerektiren bilimleri de içermektedir. Geometri ve aritmetik dini inanç açısından zararlı fikirler ihtiva etmese bile, yine de kişinin geometri ve aritmetik aracılığıyla tehlikeli doktrinlere kapılacağından korkuyoruz..(Gazalinin inancı ve Pratiği. s.32-33. -Londra . George Allan-Umwim y. 1953 W.Mont gomery Watt’tan aktaran Pervez Hodbhoy. age. 159-160 )
Gazali böylece tehlikeli düşüncelere götürür, Allah’a olan inancı zayıflatır gibi iddialarla, akla ve deneye dayanan çalışmalarla İslam altın çağını hazırlayan araştırmaların önünü kesmiş. Bu iddialara inanmak için bu gün sebep göremiyoruz ama demek ki o zaman etkili olmuş… R.B.
Peki Gazali’ye bunu kim veya hangi düşünce yaptırdı? Hıristiyan keşişlerin dağ başına çekilip kendilerini dine adamaları, derin düşüncelere dalıp arınmaları gibi olaylar bilinmektedir. Acaba Gazali böyle bir düşünce ile mi görevlerinden istifa edip “Hacca gidiyorum” Bağdat’tan gizlice Şam’a geldi. Gazali kendisi anlatıyor: “İçimde Bağdat’tan kaçıp uzaklaşmak arzusu kuvvet buldu .1096’da Şama gittim. 2 sene orada kaldım. Orada kaldığım müddetçe kalbimi zikrullahla tasfiye ettim. 1098 yılında Hac farizası için Hicaz’a gittim. Çoluk çocuk derdi, geçim zorluğu huzurumu kaçırdı, yeniden Bağdat’a döndüm. Yalnız kalmaya haris idim. On sene kadar bu hal üzere uzlete devam ettim. Sofiye’nin yoluna girmem dolayısıyla bana zaruri ilim ile nübüvvetin hakikatı, hassası aşikar oldu. On seneye yakın bir zaman insanlar arasına akrışmadım. Her çeşit halkın felsefeciler sebebiyle imanlarının bu dereceye kadar zayıf düştüğünü görüp,… felsefecielri rüsvay etmek için kendim hazırladım. Kendi kendime “Hastalık umumi hale gelmiş, tabipler hastalığa tutulmuş ve halk helak olmak üzereyken insanlardan ayrı yaşamanın, yalnız kalmanın ne faydası olacak?” dedim. Sonra içimden bu belayı ortadan kaldırmaya, bu karanlıkta çarpışmaya ne zaman imkan bulabilirsin? Zaman fetret zamanıdır. Devir batıl devridir. Halkı saptıkları batıl yollardan doğru yola davet etmek, ancak müsait bir zamanda, dindar kudretli bir hükümdarın yardımıyla kabil olabilir” dedi. Zamanın padişahı bu gevşekliği gidermek için Nişabur’a gitmemi kati surette emretti. Bu hususta kalp ve müşahede erbabından (sufilerden) bir cemaatle istişarede bulundum. Hepsi de uzleti bırakmamı, çekildiğim köşeyi terketmemi ititfakla söylediler. Cenabı hak bu mühim vazifeyi yerine getirmek için Nişabur’a hareket etmemi 499 (1105) senesinin Zilkade ayında müyesser kıldı.” Gazali El Munkızu Mined Dalal s.58 vd.
İşte Gazali’nin akla dayalı bilimsel Müslümanlığa sırtını çevirip kendini tasavvufa adayarak, “din elden gidiyor” düşüncesiyle harekete karar verdiği evreler…
Haçlıların bölgeyi talan ettikleri, Trablus’tan imdat çığlıklarının geldiği, Akdeniz’deki gemilerin haçlılarca yağmalandığı karmaşık bir durumdadır ortam. Halep’li tüccarların malını taşıyan gemiye Haçlıların el koyması üzerine Halep’ten gelen ve acil yardım talebinde bulunan heyetin, Sultanın da hazır bulunduğu Cuma namazına müdahale edip namazı bozmaları ve Halife tarafından okunan hutbenin okunmakta olduğu minberi parçalamalarından sonra Halife el Müstezhir bizzat hareket geçmiş, az sayıda silahlı kuvveti bölgeye gönderse de sonuç alınamamıştır.
Halifenin Haçlılara karşı ordu çıkaramayışının sebebi, iç karışıklıklar ve mezhep kavgaları idi. 1097 sonbaharında Haçlılar Suriye’ye girdiğinde. Müslüman ümmetinin başı olma kavgası vardı. bir yanda Bağdat’taki sünni Abbasi Halifesi El-Mustazhir, diğer yanda Kahire’yi başkent yapan Şii Fatımi halifesi el-Amir’di. Müslümanlar bu iki halifenin etrafında toplanmışlardı. İranlı Hasan es Sabbah’ın kurduğu haşhaşiler tarikatı Abbasi halifeliğini yıpratıcı kanlı saldırılar düzenliyor, Sünni Abbasi Halifeliği de Selçuklu güçlerine dayanıyordu. Ayrıca Hem Hasan Es Sabbah tarikatı hem de Fatımi yönetiminin Hıristiyan Ermeni’den dönme veziri el-Efdal Haçlılarla işbirliği yaparak Sünni Abbasi Halifesine karşı savaşmıştır. Haçlılarla Abbasi halifesinin topraklarını paylaşmak için anlaşmışlardı.
Hasan Sabbah:
1048’de İran’ın Reş şehrinde doğdu. Şii Fatimiler yönetimindeki Mısır’a yerleşti. 1090’da ŞİA mezhebine bağlı bir tarikat kurdu. Hazar Denizi yakınlarındaki Elbruz dağlarındaki Alamut kalesini ele geçirdi. Yetiştirdiği tarikat üyelerini siyasi karşıtlarını öldürtmek için kullandı. Sünni Bağdat Hilafetinin önde gelen yöneticilerini suikastlarla öldürtüyor, karşılığında Haçlılardan para alıyordu. Bu kalede tarikat üyeleri uyuşturucu bağımlısı oluyor, öldürme görevini yerine getirenler kaledeki çok güzel kadınlarla birlikte olmaya hak kazanıyonrdu. 14 Ekim 1092’de ilk öldürdükleri kişi Nizamülmülk oldu. Batıniler adı verilen Sabbah tarikatı Haçlılarla işbirliği yapıyor, sıkıştıklarında Haçlılara sığınıyorlardı. Sabbah tarikatı Müslümanları Haçlılara karşı savaşa çağıran Haravi gibi ünlü ve etkin kadıları, el Porsuki gibi komutanları öldürdü.
Haçlı saldırıları sırasında Müslümanlar bilimin öncüsü durumunda idiler. Fakat Haçlılara karşı hem sünni-şii bölünmesi hem de başka sebeplerle birlikte çıkamıyorlardı. Papazlar ise kışkırtıcı konuşmalar yapıyor. Tanrıya ulaşmak için dünya nimetlerinden el etek çekerek din uğruna ölüme gitme anlayışı yerleştiriliyordu. Papa 2.Urban ünlü konuşmasında söyle sesleniyor:
Sevgili kardeşlerim, Putperesteler karşı savaşta ölenlerin tüm günahları affedilecektir. Bunu Tanrının bana verdiği yetkiyle bahşediyorum. Haydi uzun zamandır soyguncu olanlar artık şövalye olsunlar. Küçük bir ücret karşılığı savaşanlar şimdi sonsuz ödüle sahip olsunlar” Soygunculuk, gasp, yağma ile geçinenler Müslümanlara karşı çarpışırlarsa Papa onlara cenneti garanti ediyordu. Bu şekilde şartlandırılan Haçlı sürülerini Müslüman topraklarından kovulabilmesi için Müslümanların da Haçlılar gibi beyinlerinin yıkanması gerekiyordu. Gazali böyle bir ortamda göreve çağrıldı. Akla dayalı bilimsel eğitim-öğretimden uzaklaştırıp sorgulamadan, gözü kapalı ölüme atılabilecek bir anlayışıyla yoğurma görevi üstlendi. S.360
Gazali İhya-ü Ulum üd-din
Akılcı bilimselliğe karşı ( tasavvuf mu?)
Gazali kendisine verilen görevi yerine getirmek için “Halkı dinden soğutuyor” gerekçesiyle akılcı bilimsel düşünceyi geriletmek için Din bilimlerinin diriltilmesi anlamına gelen İhya’yı yazdı. Akıl yürütmeye dayalı eğitim öğretimin Müslümanların din duygularını öldürdüğünü iddia ediyor, akla dayalı bilimsel düşüncenin egemenliği kırılmadıkça dini duyguların dirilmeyeceğini savunuyordu. Akla dayalı bilimsel düşünürleri kâfir ilan etmesine Bağdat’tan ve Endülüs’ten tepki gösterenler oldu. Mağrip kadısı İyaz (1083-1149) ihya’nın yakılmasına karar verdi. “al-İmla fi’l radd an al-İhya” adıl bir kitap yayınlandı. Magripli Şeyh Abu’l Hasan İbn Hirzihim, İhya’nın toplattırılmasına çaba gösterdi. Magrip sultanı Tasfin, Gazzai’nin tüm esrelerini toplatıp yaktırdı. C.özakıncı s.363
Allah’a ancak tasavvufçuların yöntemleriyle ulaşılabileceğini savunan Gazali’ye Bağdat’taki akla önem veren müminler tepki gösterdiler. Gazalinin yaygınlaştırdığı sufizmi “Şeytanın ayartması (Talbis İblis) adını verdiği kitabında İslam’a aykırı olarak niteleyen Cevzi şöyle karşı çıkar:
“Sufiler genellikle zühd halindedirler ki biz buna Şeytan’ın Ayartması diyoruz. Tasavvufta başlarda yalnızca dünyadan el etek çekme vardı, daha sonra nasıl olduysa buna bir de müzik ve dansı eklediler. Peygamberin sağlığında ne dünyadan el etek çekme vardı ne de def çalıp zikr ederek döne döne kendinden geçmek: Müslümanlar yalnızca imana ve İslam’a dayanırlardı. Bunlar Hz. Muhammed’in ölümünden sonra ortaya çıkmış, İslâm’a yabancı şeylerdir. Saçmalıktan başka bir şey değildir. İlk dört Halife Ebubekir, Ömer,Osman,Ali ve , ve din uluları Şureyh, Sufyan, Şuba, Malik, Şafii hiç öyle sufilik, tasavvuf filan bilmezlerdi.Ben tasavvufu şeytanın ayartamsı olarak niteliyorum. İbnü’l Cevzi “Şeytanın Ayartması” Çev.Savaş Kocabaş Elif Y.2.Basım 2005 Ayrıca, İbn al-Jawvi “Sifat al-Saffa” Sufinin intalikleri 1/9 Dar Salah al Deni li al-Turath.
Cevzi bu kitabının üçte ikisini Sufizli, Gazali’nin İhya Ulum id-Din kitabını ve Hilyat el-Evliya kitabını eleştirmeye ayırmış ve Abdulkadir Geylani’nin itaplarının yasaklanmasını önermiştir. S.365
s.366. Sufilerin, Tasavvufçuların “Tevekkül” anlayışının İslâm’a aykırı olduğunu duyurmuştur. Tanrı’nın elçisi Muhammed ve onun yardımcılarının yaşamları, günümüz sufilerinin, tasavvufçularının sözde Tanrıya yaranmak amacıyla dünyadan el etek çekerek günde bir zeytin yiyip toplumdan yalıtık biçimde sürdürdükleri yaşamlarına hiç benzemezdi. Tanrının elçisi Muhammed gülerdi, şakalaşırdı, eşi Ayşe ile koşuya çıkar, yarışırlardı, yemek yer, tatlı yer, tatlı şuruplar içerdi. Sufilerin uyguladıkları ile hiç ilgisi yoktu, C. Özakıncı s.366
Gazali, kişinin dünya işleriyle ilgisini kesmesini dinsel erdemin en yüce amacı olarak gösterip bu doğrultuda bir köşeye çekilerek yalnız başına karanlıkta oturmayı dini bir koşulu olarak sunuyor. Ve Tanrı katındaki bilgilere akla dayana bilimsel eğitim öğrenimle değil, tasavvufçuların sema ve zikir gibi akıl dışı kendinden geçme yöntemleriyle ulaşılacağı inancını yayıyordu. Akla dayanan, bilimsel düşünen Müslümanları çileden çıkarttı, Eleştiri yağmuruna tutulan Gazali insan içine çıkamaz duruma geldi.s.366
Gazali’nin Şam’da kaldığı iki yıl içinde yazdığı (1096-1097) akla dayalı bilimsel düşünceye karşı çıkan İhya-i Ulum id-Din (Din bilimlerinin diriltilmesi) Haçlı orduları Bağdat’a yönelecekleri zaman 1107’de devletin resmi görüşü olarak benimsendi. Halife aldığı emri sorgulamadan savaşa koşacak Müslümanlara ihtiyaç duyuyordu. Eleştiriler yüzünden itibarını kaybeden Gazali, Haçlı tehlikesi yüzünden yeniden göreve çağrılmıştır. S.367
Papa’nın Hıristiyanlara bütün günahlarını silme ve cennet vaat ederek, savaşa göndermesine karşılık olarak Halife’de Gazali’den yararlanmış olabilir.
827’den sonra yaklaşık 300 yıl boyunca resmi ideoloji olarak yürürlükte kalan akla dayanan bilimsel Müslümanlık çizgisi Bağdat yönetimi ve onun bağımlı olduğu Selçuklu Sultanınca terkedilmiş, Gazali’nin bahsettiğimiz anlayışı resmi devlet ideolojisi olmuştur. Gazali Haçlı tehlikesi yüzünden yeniden eğitim öğretimin başına getirilmiş, Müslümanları gözü kapalı ölüme koşacak din anlayışıyla donatma görevine başlamıştır.
“Şeyhim buyuruyorsa doğrudur” deyip gözünü kırpmadan kendini ölüme atacak Müslümanların yetiştirildiği döneme geçilmiş oldu. Akla dayalı bilimsel düşünce kötüdür, akıl yürütmek, akla vurmak, sorgulamak, düşünse tartışmalara girmek kötüdür, bunlar kişiyi dinden çıkarır” mesajını verdi Gazali.
İspanya’daki Müslüman yönetimler de on yıl önce kitaplarını yaktırdıkları Gazali’yi Hıristiyanların saldırısı karşısında yeniden bağırlarına bastılar. İspanya’da Muvahhitlerin döneminde akla dayanan bilimsel düşünce terk edildi ve sofilik, tasavvufçuluk, tarikatçılık devletçe benimsendi. Murabıtlık (ermişlere tapımcılık) Kuzey Afrika’dan Nijeryaya, Mısır’a kadar yayıldı. s.369 C.Özakıncı
Şeyhlerinin verdiği buyruğu Tanrı Buyruğu belleyip hiç sorgulamaksızın yerine getiren, gözü kapalı ölüme koşan bir “Koyun sürüsü” Müslümanlığı; Arapça koyun postu anlamına gelen suf sözcüğünden türetilen sufilik, sufi Müslümanlık yayılıyor. C.öz 369
Tehafüt ül-Felasife (Düşünürlerin tutarsızlığı)
Gazali’nin bu kitabı yönetimlerce benimsenip 1100’lerden başlayarak eğitim öğretimde egemen kılınnca devlet eliyle akla dayanan bilimsel düşünce dinsizlikle, kâfirlikle suçlanıp beyni, düşünmeyi değil, duyguyu öne çıkaran Müslümanlar yetiştirildi. S.369 Bu kitapta, Farabi, İbni Sina, Aristo, eski Yakındoğu düşünürlerinin tümünü dinsizlikle, kâfirlikle, dinden çıkmakla suçlanıyor.
Yönetimler, Haçlı saldırıları karşısında kurtarıcı olarak akıl karşıtı Sufi Müslümanlığı, Gazali’ciliği benimseyince o güne kadar el üstünde tutulan yüksek kademelerde görev yapan akılcı-bilimci Müslümanlar devletin baskısıyla yüz yüze geldiler. Ya görüşlerini değiştirip Gazaliciliği benimseyecekler ya da kılıçla öldürülmek gibi bir dayatmayla karşılaştılar. Görüş değiştirmeyenler birer birer devlet yönetiminden atıldılar.
Ömer Hayyam akıl dışılığı hicveden, Gazali zihniyetini hicveden dörtlükler yazdı. Hayatını bilime-akla uydurmayanı “zaman usta”nın başına vura vura aklın, bilimin önemini öğrettiğini ifade eden dörtlükleri vardır.
Bin yıl sonra bile akılın önemini akıl edemeyen biz Müslümanlara Hıristiyanlar acaba nasıl bakıyordur? Nereleriyle gülüyorlardır? Nasıl “Ah zavallıcıklar” diyordur? Suriye’deki Irak’taki, Afganistan’daki, Güneydoğu’muzdaki halimize bakıp bakıp “Haçlıları yener misiniz?_ Alın size” mi diyorlardır. Halâ Hz. İsa’nın dinine gelmezseniz oh olsun mu diyorlardır? “Ayasofya’nın bulunduğu İstanbul’u halâ terk etmez misiniz işte bu duruma düşürürüz sizi” mi diyorlardır? “Sizi cemaat cemaat böldük, her cemaata ötekinin sapık olduğunu söyletiyoruz” mu diyorlardır.
Diyorlar veya demiyorlar. Netice bu. O zaman Konya’da her yıl Şeb-i Arus törenlerinde Allah’tan, İslam’dan, Hz. Muhammed’den bahsederek ne yapılmağa çalışılıyor? Dönerek Allah’ın dinine hizmet mi ediliyor? Devlet büyükleri oralarda bulunup topluma işin doğrusu budur mu demek istiyorlar? “Bilim, teknoloji önemlidir” diye ağzının ucuyla söyleyip geçen, bu dünyaya önem vermeyin asıl öte dünyaya hazırlanın, şu kadar teşbih edin, 70 bin kere şunu okuyunca “direk cennet” garantisi verenleri topluma kim anlatacak? Bir zeytin tanesiyle gün geçirenlerden bahsetmeyi daha ne kadar sürdürecekler? Bunların sırtını sıvazlayarak dünyaya daha ne kadar rezil olacağız? Patent nerede patent? Teknolojik ürün nerede? Milyonlarca genci Kuran kurslarında hiçbir meslek öğretmeden yıllarca okutmak Müslümanları ne kadar güçlendiriyor? Teknik üniversite sayısı şu kadarken herkesin sosyalci olması, aylak bilginler yetiştirmesi neye yarıyor? Fabrikalar meslek lisesi mezunu beklerken üst üste İmam Hatip lisesi açarak nereye varacağız? Her Müslümanın kendisine yetecek kadar din bilgisini her seviyedeki okulda vermek mümkünken milyonlarca çocuğumuzu İmam Hatiplere gönderip mesleksiz yetiştirmek…
Gazali diyelim ki Halifenin isteği ve Haçlı tehlikesi karşısında aklı-bilimi dışlayıcı nasihatlerde bulundu. Haçlı tehlikesi geçtikten yüzyıllar sonra kimse neden “Bir zamanlar bilimi-aklı öne çıkardığımız için İbni Sina, Farabi, El Harizmi gibi bilginler yetiştirdik. Bu zihniyete dönelim” demedi? Bu mesele bugün için de 2016 için de geçerli. İnsanlar Gazali’den böyle bir düşüncenin egemen olmasını isteyen Halife’nin bunu niçin istediğini topluma anlatıyorlar mı? Sempatizanlarının, taraftarlarının düşüncesini istediği gibi yönlendirebilen cemaatlerin önderleri ve önde gelenleri bırakalım akıl-nakil çatışmasını. Akıl da lâzım, nakil de lâzım. Önümüzde İmam-ı Azâm Ebu Hanife var, İmam Maturidi var niye demiyorlar? Sufi zihniyet, selefi zihniyet kime ne kazandırıyor? Camilerde çok çalışmaktan, zengin olunması gerektiğinden, zekatı ancak zenginlerin verebileceğinden, temizlikten, komşu hakkından, bilim-tekniğin öneminden bahsetmenin ne gibi sakıncası olabilir? Sürekli namaz, oruç, teheccüd namazı, 99 luk teşbihle şu kadar şunu okumaktan bahsederken arada bir de “Çalışın, ilime değer verin, mesleksiz çocuk yetiştirmeyin, çocuklarınızı yaz tatillerinde bir meşguliyete yönlendirin demek caiz değil midir?
Hayır hayır sakın yanlış anlamayın? Dinimle imanımla bir sıkıntım yok. Bu satırları yazarken Sabah namazını güneş doğmadan kılıp da öyle başladım. Oturduğum mahallenin imamına sorun vakit namazlarına gidip gitmediğimi… Elbette imanlı, inançlı, namazına ibadetine önem veren insanlar yetiştirelim. Ama akıl, ilim, teknik, çalışma bunları başka dinlerin mensupların bırakmaktan vazgeçelim. Mehmet Akif rahmetli niye büyük insan? Niye herkes onu sever? Samimi, inançlı, Müslümanların tembelliğini yüzüne vurduğu için şunları söylediği çin:
Şeyhi olmayanın şeytanı olur” diye insanları şartlandırmaya çalışıyorlar. İstanbul’da Sultanahmet Meydanındaki bir vakıfta Cemalnur Sargut Hanımın Pazar günü yaptığı sohbete sırf gözlemlemek için gittim. Ağırlıklı olarak kadınların davet edildiği, icabet ettiği toplantıda bazı militan kadınların “şeyhinizi seçin” diye bağırdıkların kulaklarımla duydum. Şeyhsiz yol alınamaz, kamil imana ulaşılamaz mesajı verilip duruluyor. Televizyonlarda bu hanımı büyük mutasavvıf edasıyla takdim ediyor sunucularımız. Simge Fıtıkoğlu, Zahide ile Yetiş hayata, Gülben Ergen gibi programlarda. “İslamın gülen yüzü tasavvuf’ diyor. Bu hanım insanlara çalışın, ilme hizmet edin, zengin olun diyor mu?

Endülüs Müslümanlarından Gazali’ye bir tepki daha:
Gazali’ye karşı İbni Bacca “Kişinin ancak akılını kullanarak “insanı kâmil” konumuna yükselebileceğini, akıl dışı yollarla zikre dalıp kendinden geçerek, üstündeki elbiseleri parçalamakla, sema yaparak döne döne kendinden geçmekle olgun insan olunamaz.” Demektedir. İbni Tufeyl de kişini yalnızca akıl yürüterek, tabiatı araştırarak, tabiat olaylarını gözlemleyerek, olgular hakkında akıl yürüterek dinin amaçladığı insanı kâmil aşamasına ulaşabileceğini, bunun için sufi şeyhlerin müridi, yamağı, askeri, uşağı olmasına hiç gerek bulunmadığını ifade eder.
Gazali’inin akla dayalı bilimsel düşünceyi Allah’a karşı işlenmiş bir suç olarak gösteren “Tehafüt ül-Felasife” (düşünürlerin tutarsızlığı) kitabına İbn Rüşt yüz yıl sonra “Tehafüt üt-Tehafüt” (Tutarsızlığın Tutarsızlığı) ile cevap veriyor. Gazalinin yönelttiği tüm suçlamaları tek tek ele alarak çürütse de İslam yönetimlerini kurtuluş diye sarıldıkları Gazalicilikten uzaklaştırmaya yetmiyor.
Gazali 1111 de öldükten sonra devletin kanatları altında onun çizgisini pekiştirip yeniden üreten bir alay Gazalici tarikat ve tasavvuf ocağı türedi. Devlet bilim ocağı medreselerin yanına bir de sofi ocağı tekke açmaya, tasavvuf tarikat örgütlenmelerini özendirmeye başladı. S.378 c.öz bakınız: İslam Ansiklopedisi. MEB Yayını. İst.1947 37. Cüz s.748
Haçlılar Hospitalier Tarikatı, Templier Tarikatı, Töton Tarikatı Şövalyeleri, St. Jean tarikatı Şövalyeleri gibi askeri tarikatlarda örgütlenerek Müslümanların üstüne savaşa sürülmüşlerdi.
Tasavvuftaki kurumsallaşma Haçlı seferleri sırasında ilerledi. Kendini tasavvufa adamış olan Sufilerin yararlanması ve tabii denetim altına alınması için devlet tarafından hankâhlar (ribat) açıldı; burada sufilere barınak ve yiyecek sağlanıyor onlar da ayinlerini yapıyorlardı. Nureddin Devri medreseler yanında kadınlara ayrılmış tekkelerin de açılma devridir. Sufiler önceleri mutasavvıflara bağlı gevşek birlikler halindeyken Haçlı savaşları döneminde daha sağlam bir örgüt yapısı olan tarikatlar ortaya çıktı. İlk tarikat Şihabeddin Ömer es-Sühreverdi (1144-1235) nin kurduğu Sühreverdiye idi. Halife en-Nasır’ın himayesinde bulunan Şihabeddin, onun verdiği görevle Sultan 1.Keykubad ve Eyyubi el-Adil Seyfeddin’e elçi olarak gönderildi. Böylece devlette tarikatların etkinliği başladı. 12.yy.da Irak’ın güneyinde Ahmd er-Rifa’nin 1150 yılında kurduğu Rifaiye tarikatı da kısa zamandra Suriye ve Mısır’da yayıldı. Suriye’de güce erişmiş bir başka tarikat da Abdülakidr el-Geylani’nin 1130’larda Bağdat’ta kurduğu Kadiriler tarikatı (ö.1166) idi. Şazili tarikatı da 1230 yılında kuruldu. C.öz 381
Yaklaşık 1204’te İspanya’dan Mekke’ye gelen Muhiddin İbni el-Arabî, sufi Müslümanlığın Anadolu’ya yayılmasında etkili olmuş, Sultan 1. Gıyaseddin Keyhüsrev’in kanatarı altında Malatya, Aksaray, Sivas ve Konya’da Sufiliği, Gazaliciliği aşılamıştır. 1260’larda Bağdat’ı alan Moğollardan kaçan Gazalici sufiler, Konyaya gelip Muhiddin el-Arabi’nin öğrencisi olan Sadreddin el-Konevi’nin eteğinde toplanmışlar, Gazaliciliğin Selçuklu sultanı korumasında Anadolu’ya egemen olmasını sağlamışlardır. Ekmeleddin İhsanoğlu age s.87-88. Moğollardan kaçıp Konya’ya sığınanlardan biri de Mevlana’nın babasıda vardı. Mevyevilik de Gazali’nin takipçilerince bu ortamda kurulmuş sufi bir tarikattır. Osmanlı devletinde de Padişahlarrın çoğu kendilerinin Mevlevi-Gazalici olduklarını söylemiş, yönetim koltuğuna oturukne padişaha kılıç kuşatmak görevi Mevleviylere verilmiştir.
Bilginlerin önemli koruyucusu Fatih Sultan Mehmet dahi İstanbul’u aldıktan sonra İbni Rüştçülüğü karalayan kitaplar yazılması talimatı vermiştir. (Metin Kunt?Sina AKşinTürkiye Tarihi2.s.184 Cem y. İst.1991)
Osmanlı yönetimi altında kurulan sayısız tekkeler aracılığıyla akla dayalı bilimsel düşyünce tkarşıtı Gazalici Sûfilik, Müslümanların beyinlerini örümceklendirme görevini başarıyla sürdürmüştür. Haçlılar nasıl askeri tarikatlar oluşturmuşsa Osmanlı da Yeniçeriler Bektaşi tarikatı üyelerinden oluşturuldu. Günümüz Türkiye’sinde etkinlik gösteren tarikatların tümü, akıl karşıtı Sûfi Gazaliziciliği örnek almakta ve felsefeyi dinin düşmanı olarak damgalamaktadır. C.öz 384
Bilimlerin kökü kazınacaktır:
Gazali’den sonra İslam yönetimleri akla dayalı bilimsel düşünceye öyle düşman kesildiler ki İbni es-Salah (öl.1251) 120 yıllarında şöyle diyordu:
“Deliliğin kökeni doğru yoldan sapmanın bütün sebebi felsefedir. Akla dayanan düşüncedir. Akıl yürüten kişi şeriatın güzelliklerine karşı renk körü olur. Mantık felsefeye ulaşmak için bir araçtır. Kötü bir şeye araç olan da kötüdür. Felsefenin öğretileriyle uğraştığına dair delil bulunan herkes; “Ya kılıçla idam ya da İslâm’a dönüş!..” Ancak bu şekilde memleket korunabilecek ve bilimlerin kökü kazınabilecektir…” Pervez Hodbhoy İslam ve Bilim Bağnazlığa karşı akılcılığın savaşımı. Cep Y.1.Basım İst.1992. Çeviren Eser Birey. s.156.C:Özakıncı s.385
İslam âlemi bilimde neden geri kaldı? diye arar dururuz. Avrupa ortaçağ karanlığında uyurken, mezhep kavgalarıyla acınacak haldeyken matematiği, kimyayı, fiziği, biyolojiyi halleden Müslümanlar ne oldu da bu hale düştüler diye düşünürüz. Meğer, bilimlerin kökünü kendi ellerimizle kazımışız. Ya ölüm ya bilim? Seç istediğini. Kilise Müslümanları zavallı duruma düşürmek için milyarlar harcasa bunu yaptıramazdı. Başarılı bir şekilde idam sehpasına kendi irademizle çıkıp sandalyemizi kendimiz tekmelemişiz. Padişahlarımız Avrupa karşısında askeri yenilgileri almağa başlayınca Avrupa nasıl ileri gitmiş? Eğitimde ne yapıyorlar rapor yazın, iyice araştırın diye memurlarını gönderiyorlardı. Pervez Hdbhoy bu eseri çevirinceye kadar kimse idam sehpasına kendi ayaklarımızla çıktığımızı söylememiş mi? “Ya ölüm ya bilim! demişiz, aklı düşman ilan etmişiz. Aklı düşman ilan edenleri tarikat diye devlet eliyle beslemişiz” diyen neden çıkmamış. 2016’nın ortasında akıl düşmanlığını yürüten, şeyhi olmayanın şeytanı olur diye İstanbul’un, Ankara’nın salonlarında insanların aklıyla alay edenleri koruyor muyuz? Televizyon ekranlarında bu kahramanlar(!) boy gösterirken kaçımızın yüreği “cızz” ediyor mu? Bizim cemaat var ya bizim cemaat. Öyle zengin ki? Şeyhimiz evliya evliya. Dara düşenlerin yardımına yetişiyor. Hindistanda bizim cemaatten biri ormanda geziyormuş. Bir aslan sardırmış, “Yetiş ya şeyhim demiş” bir kocaman bir su testisi aslanın kafasına inmiş, aslan geri dönmüş gitmiş.” Evet, ben 15 yaşımda Ankara’da leyli meccanen okurken okulumuzdan ağabeyler bu akşam bir eve gideceğiz. Kitap okuruz Namaz kılarız” diye götürmüşlerdi. O günden aklımda kalan üç husus var. Biri Hüseyin Üzmez diye bir adam. Yüksek perdeden kahraman edasıyla konuşuyordu. İkincisi evde pişmaniye yaptılar. Üçüncüsü bu aslan hikayesi. İnanmıştım. Ben o zaman 15 yaşında idim, Bu gün 30-40 yaşında insanlara benzer masallar anlatılmaya devam ediyor. Felsefecilere düşmanlık da gırla.
Bizans imparatoru Alexi nasıl aykırı inançlılara “Ya haçın altına gir kurtul, ya ateşte yan kavrul” demişti. İbn es-Saleh de bilime yönelen Müslümanlara “Ya bilimi, felsefeyi, mantığı terk edip sorgulamayan, tartışmayan, dur deyince duran, vur deyince vuran, öl deyince ölen olursunuz ya da kılıçla başınızı uçururuz” diye emretmiş. İslam ülkeleri bu zihniyet yüzünden bilimin önderliğini kaybetmiş, akıl dışı acizlik batağına saplanmış.
Batılı bilim tarihçisi George Sarton haçlı seferleri ve Moğol akıntısı yüzünden Müslümanların bu duruma düştüğünü gizleme çalıştığı gibi, Rus Yahudisi Alexandre Koyre de (1882-1964) İslamlığın bağnaz ve felsefeye düşman bir dine dönüştüren Barbar Türk, Moğol, Berberi akınlarının yıkıcı etkisiyle açıklamaya çalışır. “Türk ve Barbar kılıçları bu hareket hoyratça durdurdular” diye şuurlu bir saptırmaya girişir. Koyre İslâmın altın çağı demiyor, Arapların altın çağından söz ediyor. Müslüman düşünürler demiyor, Arap düşünürler diyor. İbnî Sînâ’nın, Farabî’nin; El Harezmî’nin ve birçok bilginin Türk olduğunu kasıtlı olarak örtüyor. S.388 George Sarton ve bilim tarihinin önemli isimlerinden sayılan Alexander Koyra ve onlarla aynı görüşü savunanlar; önce Hıristiyan Avrupalı, sonra bilgindirler; Hıristiyanlıkları, Avrupalılıkları ve Türk karşıtı halayyeri, bilgin kişiliklerini bastırmaktadır. S.394C.Öz

1070 Kutatgu Bilig / Müslüman Türker akılcı- bilimci:388
1070 yıllarında Türkçe olarak yazılan Kutatgu Bilig’de eski Yunan düşünürü Euklides’e övgüler yağdıran, yönetimde, eğitim ve öğretimde felsefeyi, mantığı, akla dayalı bilimsel düşünceyi üstün tutan şu öğütler dikkat çekiyor:
“Bilginlerin bilimi toplumu aydınlatır. Bilginleri çok sevin ve onlardan saygıyla söz ediniz. Bir de .. gökbilimciler katmanı vardır. .. geometri okumalısın…. ancak ondan sonra sana sayıbiliminin kapısı açılır. Çarpma ve bölmeyi öğren, onda birleri öğren.. sayıların karesini ve karekökünü iyice öğren, bunları öğrendikten sonra sayı köklerini ele al…cebir ve denklemleri oku bir de Euklides’in kapısını iyice çal. ..Aritmetik, sayı bilim, matematik bozulursa, dünya ve ahiret işleri de onunla birlikte bozulur. Her türlü iyi söz kitaplarda bulunur; yazılmış olan söz unutulmaz. Bilginler ve felsefeciler yazıp bırakmamış olsalardı bizden önce yaşayanlardan kim söz edebilirdi? Hangi işte akıl önayak olursa, o iş başarıyla sonuçlanır. İnsan aklını kullanır ve işine bilgi ile başlarsa, giriştiği tüm işlerde başarıya ulaşır. Her işe bilgiyle başlayınız ve ona göre davranınız. İşi akıl ile anlayınız, bilgi ile biliniz. İnsan amacına akılla ulaşır, önce bilgi edininiz, iyice kavrayınız, sonra işe girişiniz. Yazmalı, okumalı ve başkalarının dediklerinden yararlanılmalıdır, ki kişi böyle bilgin olur. Çok kitap okumalı, konuşmayı bilmeli…yabancı dilleri öğrenmeli, yabancı yazıları bilmelidir.
..akıl karanlık gecede ışık saçan bir çıra gibidir. Bilgi seni aydınlatan bir ışıktır. Kişi akılla yükselir, bilgiyle büyür, akıl ve bilgi ile kişi saygı görür. Akılsız kimse bir avuç balçık gibidir. Akılsız ve bilgisiz kimse kendisini yükseltemez. Herkes saygı görmek için üstüne güzel elbiseler giyer; gelgelelim akıllı ve bilgili kimsenin saygı görmek için güzel elbiseye ihtiyacı yoktur, o salt aklıyla, bilgisiyle saygıdeğer olur. ..koku ile bilgi birbirine benzerler; kişi bunları başkalarından saklayamaz. Bilgi kişinin hiçbir ortamda yitirmeyeceği bir zenginliktir. Hırsızların dolandırıcıların eli uzanamaz. Akıl ve bilgi kişiyi aşırılıklardan, dengesiz davranışlardan korur. Akıl senin için iyi ve yeminli bir dosttur. Bilgi seni esirgeyen bir kardeştir. Hem yumuşak davranışlı, hem tatlı dilli hem akıllı, hem bilgili olmak gerekir. Böyle bir kişi dilediğine ulaşır.
Akla dayalı düşünceyle ve bilimle uğraşanlara ya kılıçla ölüm ya da bilimsiz İslâm’a dönüş seçeneğini sunan İbni Es-Salah, Moğollar bölgeye gelmeden onlarca yıl önce Bağdat’taki bilimsel eserleri ortadan kaldırtıp bilimsel çabayı sürdürmekte direnenlerin başlarını uçurtmuştu. S.402 c.öz
Gazali, Hıristiyan Kilisesi’nin Bilim ve felsefe düşmanı yargılarını aynen benimseyip Müslümanlığa sokuyor: 403
Papalar akla dayalı düşünceyi, Aristo’yu, eski Yunan düşünürlerini; Farabi’yi, İbnî Sînâ’yı nasıl kâfirlikle, dinsizlikle suçluyor idiyseler, Gazali’de Aristo’yu, İbnî Sînâ’yı, felsefeyi kafir olarak damğaladi. Kilisenin yargısını İslâm adı altında savunup Müslümanlara aşıladı. İslâm dünyasında eski Yunanistan-Yakındoğu düşünürlerinin eserleri 800’lerden Gazali’ye yani 1100’ e kadar 300 yıl boyunca okullarda ders olarak okutuldu. O yıllarda bu düşünürlere Hıristiyan din adamlarından başka saldıran yoktu. Gazali’nin yaşadığı dönemde Haçlı seferlerini başlatan Papa 2.Urban (1088-1099) ve onun ardından Papa olan 2.Paskal (1099-1118) Aristo ve eski Yunan düşünürlerine kâfir diyor, savunucularını öldürtüyordu. Gazali’nin yaşadığı dönemde Hıristiyan Bizans imparatorları 1.Romanus, 2. Nikeforos, 1.Alexis Komnenus da Papalar gibi Aristo ve bilginleri kafirlikle suçluyor, savunucularını öldürtüyorlardı. Bağdat Hilafet Devletinde en yüksek eğitim kurumunun başı olarak Gazali bunları duymuyor, bilmiyor olamazdı. Bizans’ın kovuşturmasından kaçan Aristo’cular Bağdat’a, Papaların kovuşturmasından kaçan Aristo’cular Endülüs’e sığınıyordu. Gazali Papalarla ağız ve görüş birliği edip Papalardan alıp İslâm’a şırınga ediyordu. Azarias “Aristo ve Hıristiyan Kilisesi” çalışmasında şöyle der: “Papa 4. Urban Üniversiteye verdiği emirde, Hıristiyanlık inancına karşıt olan bütün yazılar gibi Aristo’nun Fizik ve Metafizik kitaplarının her ne amaçla olursa olsun okutulması yasaklanacaktır”. Arısto and the Christian Church-New York 1888. 8.bölüm Hıristiyan dünyasında Aristo’culuğun okullarda okutulması yasağı bin yıl sonra 1366’da kaldırılmıştır. 1366’da Papa 5.Urban’ın Üniversite reformuyla görevlendirdiği Kardinal, bundan böyle Aristo’nun mantık ve fizik yazılarının tüm akademik derecelerde ders olarak okutulacağını, Aristo’nun fizik, matematik, etik ve Stagrit’ini okumayan hiç kimsenin Master derecesine ulaşamayacağını ilan etmiştir. Bu kararla Aristo evrensel öğretmen oldu. C.öz.406
Bunun sebebi; Müslümanların bilim alanındaki göz kamaştırıcı üstünlüklerini eski Yunanistan-Yakındoğu bilgeliğine kucak açmalarına, onların eserlerini inceleyip katkıda bulunarak geliştirmelerine borçlu oldukları gerçeğini kavramalarıydı. Papa 5.Urban, “Müslümanlar bilim alanında bizden kat be kat üstünler, onlar bu üstünlüğü nasıl sağladılarsa bizde aynı yoldan giderek, bilimde Müslümanları geçeceğiz” diye bir karar almış, Müslümanlardan altıyüz yıl sonra eski Yunanistan-Yakındoğu bilgeliğini kâfir diye nitelemeyi bırakıp öğretmen diye bağrına basmıştır. Batı bugün dünyanın gözünü kamaştıran tüm bilimsel üstünlüğünü Papa 5. Urbanın 1366’da aldığı karara borçludur.
İslâm Dünyası ise bu günkü tüm bilimsel geriliğini Gazali’nin eski Yunanistan-Yakındoğu bilgeliği düşmanlığını İslâm’a sokmasına borçludur. 407 Müslüman dünyasını Batı’dan bilim dilenir duruma düşüren Gazalidir. BU konuda Peyami Safa Türk İnkılabına Bakışlar adlı eserinde Gazali’de Hıristiyan Tesirinden söz ederken Miguel Asin Palacios da “Hıristiyanlaşan İslam” kitabında Gazali’nin akıla ve bilime karşı Haçlı Mukallidi” diye söz eder. Gazalicilikten kaynaklanan sufi tarikatların, mesela Mevleviliğin Hıristiyanlara nedense pek sevimli geldiğini Gazali’den 900 yıl sonra da kendi gözlerimizle görebiliyoruz. 407
Amerika’ya göç eden Hıristiyan Avrupalılar “Eni iyi Kızılderili ölü Kızılderilidir” deyip soykırım uygulayarak topraklarına el koymuşlardı. Benzer biçimde, Batılı Hıristiyanlar için “En iyi Müslüman Gazalici Sofi Müslümandır.” Batılı Hıristiyan için sırtına bir hırka geçirip her gün bir tane zeytin yiyerek toplumdan soyut biçimde yaşayan, bu dünyadan elini eteğini çekmiş, bu dünyada gözü olmayan, bilimle teknolojiyle ilgilenmeyen, ilgilenenleri kâfir diye öldüren, tef çalıp ilahiler söyleyerek zikir ile döne döne arkaya, sağa sola savura savura baygınlıklar geçiren bir Müslümandan daha iyi ne olabilir. Böyle bir Müslümanın neresinden çekinecek, korkacak Hıristiyan Batı? C.öz.408 Zikirle kendinden geçen, dönüp duran görüntülere Türkiye’de ve İslam aleminin her tarafında rastlanmaktadır. Bu görüntüler son 900 yıldır İslam toplumuna egemen olan Gazaliciliğin ürünüdür. Bilimci deneyci Müslümanlık nasıl olup da bilimsiz, üretimsiz, boyunduruk altında kıvranan bir Müslümanlığa dönüşebilmiştir? Bu soruya doğru cevap vermeden Müslümanlığın içinde uyuşturulduğu ortamdan ayılarak kurtulmasına imkân yoktur.
Müslümanların din duygularını azaltacağını düşündükleri akla dayalı, sorgulayıcı, bilimsel eğitime son verildi. 8. Yüzyıldan Haçlı saldırılarına kadar süren bu eğitim-öğretimin yerine Haçlılar gibi akla dayalı düşünce üretimine karşıt bir eğitim-öğretimi egemen kılındı. Haçlı düşüncelerini Müslümanlığa adapte eden Gazalicilik resmi ideoloji olarak benimsendi ve İslâm’ın altın çağı son buldu. C.öz.414
Düne bakıp bugünü anlamak
Bugüne bakıp dünü anlamak:
1945 sonra Batı ile Sovyetler arasında soğuk savaş döneminde Sovyet yayılmasına karşı toplumların dine sarılması gerektiği ABD tarafından istendi. Haçlıları püskürtmek için dinin birleştiriciliğine sarılındığı gibi 1945 sonrası okullara din dersleri konulmuş, Gazali kitaplarının yayınlanmasında patlama görülmüş, sûfi Müslümanlık anlayışı aşılanmaya başlamıştır. İslam devletleri Haçlı yöntemlerini uygulayarak Haçlıları kovabildiler, ancak kendileri de Haçlıları benzeyip bilim teknikten koptu ve sömürge durumuna düştüler. ABD’nin herkes dinine sımsıkı sarılsın isteği Türkiye’de uygulandı, Sovyet yayılmasından kurtulduk, ancak yeniden Gazalici- aklı dışlayan bataklıkta debelenmeye başladık. Devlet aygıtı Gazali beyinli tarikatçılardan arındırılmazsa ilerleme güç olacaktır.
Gazali bilim ve felsefe ile uğraşmanın kişiyi dinden çıkartacağı a İslam toplumlarının beynine öyle derin kazımış ki, bin yıl sonra yani 1980’lerin ilk yıllarında felsefe ve mantık dersleri okullardan kaldırılmış, neredeyse yirmi yıl boyunca bu dersler okutulmamıştır. Gazete haberi, milli eğitim talimatı bulunabilir mi/

12.yy.da Gazaliciliğe saplandıktan sonra o bataktan bir daha kurtulamayan İslâm ülkeleri, ubgün yeryüzünün en geri,Batı’ya en bağımlı, Batı’nın en çok sömürdüğü ülkeler durumuna düşmüşlerdir.